29.8.09

Abidin Dino

Abidin Dino büyük bir ressam; çocukluğumdan beri çizgilerine hayran olduğum bir kaç çizerden biri. Abidin Dino karikatür de çizmiştir; üstelik çok iyi çizmiştir. Geçenlerde, Dino'nun çizdiği bir Yahya Kemal portresini gördüm; nasıl da ustalıkla yakalamış Yahya Kemal'in karakteristiğini...


Kaynak: Haluk Oral, Şiir Hikayeleri, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008.

Yeri gelmişken Abidin Dino'nun çok sevdiğim çizimlerinin yer aldığı Çizgilerle Deniz Küstü kitabından söz etmeliyim (Milliyet Yayınları, İstanbul, 1979). Kitap, Yaşar Kemal'in Deniz Küstü romanı için hazırlanan resimlemeleri içeriyor. Dino'nun ustalığı çizimlerin her noktasına sinmiş. Aşağıya üç örnek alıyorum:



Yeniden Çizilen Karikatürler

Gazetelerde veya dergilerde çizen karikatürcüler sık ve çok çizmek zorunda oldukları için zaman zaman aynı simgeleri, kompozisyonu, tipleri farklı bağlamlarda tekrar kullanabilirler. Bu konuda aklıma gelen ilk isimlerden biri Turhan Selçuk. Selçuk farklı zamanlarda aynı karikatürü biraz değiştirerek veya aynen yeniden çizmiştir.

Yasin Kayış'ın Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür kitabını incelerken karşıma çıkan bir karikatür (s. 193) bana Tef dergisinde yayımlanan bir karikatürü çağrıştırdı. İki karikatür de Bedri Koraman'a ait. Espri esas olarak aynı; çizim de büyük ölçüde benzeşiyor. Ancak asıl ilginç olan, ilk karikatürün Demokrat Parti döneminde, ikincisinin ise 27 Mayıs 1960 Müdahalesi sonrasında çizilmiş olması.


Taş, 18 Aralık 1958

Tef, 21 Temmuz 1960

Eskilerden Benzer Karikatürler

Benzer karikatürler konusuna "Çizgi Gezgini"nde daha önce yer vermiştim. Başka sitelerde de bu konu sıklıkla tartışılıyor. Ancak bu kez gözüme ilişen örnekler oldukça ilginç. Karikatürler Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yoğun olarak çizen iki usta çizere; Necmi Rıza Ayça ve Ratip Tahir Burak'a ait; ikisi de aynı konuda aynı karikatürü çizmiş. Örnekler, Yasin Kayış'ın Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür kitabından (s. 126) alınmıştır.


Necmi Rıza Ayça, Akbaba, 23 Eylül 1954

Ratip Tahir Burak, Ulus, 27 Ağustos 1955

Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür (1950-1960)


Yasin Kayış 'ın "Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür (1950-1960)" isimli kitabını okudum. Öncelikle karikatür konusundaki bilimsel çalışmların artması beni çok mutlu ediyor. Türk karikatürü daha da fazlasını hak ediyor, bu tür çalışmalar mutlaka çoğalmalı.

Kayış'ın kitabı oldukça özenli bir çalışma; keyifle ve ilgiyle okudum. Dönemin önemli dergileri hemen hemen eksiksiz taranmış; üslubu akıcı; dilbilgisi ve akademik yazım kurallarına uyulmuş. Bu kitabım karikatürlerle ilgilenenlerin kütüphanelerinde mutlaka bulunması gerek.

Bununla birlikte, yapıcı olması dileğiyle, bir kaç noktaya değinmek istiyorum:

Kitabın şekli açıdan eleştirilecek bir yönü, metin içinde kullanılan görsel malzemenin kalitesinin düşüklüğü; keşke o harika karikatürler daha güzel basılabilseydi. Maalesef bu sorun bu tür kitaplarda hep karşımıza çıkıyor. Dergi koleksiyonlarına ulaşmanın ve bunları kopyalamanın güçlüğü göz önüne alındığında, bu bir "eleştiri" değil belki bir "temenni" olarak kabul edilebilir.

Eleştirilecek bir diğer şekil eksikliği ise, kullanılan karikatürlerin metin içindeki referanslarının zaman zaman ya hiç verilmemesi, ya da referanslarda kaymalar olması. Bu, metin içinde örnekler üzerinden yapılan tartışmaları izlemeyi güçleştiriyor.

Kitabın içeriğine gelince; Beni en çok düşündüren şu oldu: Demokrat Parti dönemiyle igili bir çalışma yapılırken dönem analizi hep bir-iki belli kaynak esas alınarak yapılıyor. Oysa ki, bu dönemi sağlıklı analiz edebilmek için DP'yi eleştirenler kadar onu destekleyenlerin de fikirleri üzerinde durmak gerekiyor. Tek yanlı bir bakış açısıyla, siyasi ve tarihi analiz, zaten DP'ye karşı olan karikatürlerin altyazısına dönüşüyor. Aynı şey II. Abdülhamid için de söz konusu. II. Abdülhamid ile ilgili karikatürler analiz edilirken Jön-Türklerin yarattığı "Kızıl Sultan" imajı üzerine fazla bir şey eklenmiyor. Oysa bir de madalyonun öbür yüzü var. Galiba burada şunu unutmmak gerekiyor; Karikatürcü her zaman bir çatışmanın tarafı. Dolayısıyla karikatürcünün tavrını, konumunu, katkısını değerlendirirken öncelikle bu çatışmayı iyi analiz etmek gerekiyor. Kitapta dönemin temel çatışma noktalarına ilişkin lehte ve aleyhte görüşlere yer veren bir bakış açısının izleri gözleniyor ancak fikrimce özellikle kullanlan temel kaynaklar "DP fenomeni"ni açıklamakta yetersiz kalıyor.

Örneğin, DP dönemindeki birbirine karşıt fikirler için şu kaynağa bakılabilir:

H. Bayram Kaçmazoğlu, Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları, Cağaloğlu, İstanbul, Birey Yayıncılık, 1988.

İletişim yayınlarından çıkan Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce serisi de ufuk açıcı.

Bunu dışında kitapla ilgili notlarım şunlar:

* "Zafer" gazetesi analiz edilirken: "...[ü]zerindeki yazılardan Amerikan kökenli olduğu anlaşılan..." "Ferdi Amca'nın Maceraları"ndan söz edilmiş (s. 47). Bu, 1937 yılında Danimarkalı animatör Henning Dahl Mikkelsen tarafından yaratılan ve Avrupa'da çok sevilen bant-karikatür serisi "Ferdinand". Sonraları Amerika'da da yayımlanmış ama doğum yeri Avrupa. Bildiğim kadarıyla bugün bir başka çizer tarafından çiziliyor ve yayımlanmaya devam ediyor.

* DP'nin propagandasını yapan "Köylü Gazetesi"nde yayımlanan imzasız karikatürlerin Kozma Togo'ya ait olduğu söylenmiş. (s. 47, dn. 43). Bu bilginin kaynağı gösterilmemiş. Togo bir dönem bu gazetede çizmiş olabilir ama kitapta da yer alan bu gazetedeki bazı çizimler incelendiğinde Togo'ya ait olmadığı sonucuna varılabilir. Örneğin, sayfa 75'te yer alan 40 numaralı karikatür oldukça amatör bir çizgiyle çizilmiş gibi; Togo usta bir çizer, söz konusu karikatürde göze batan anatomi hatalarını yapmış olabilir mi? Belki Togo zaman zaman karikatürleri taşeron bir çizere çizdiriyordur. Sonuçta bence bu bilginin teyid edilmesi gerekiyor.

* "Karakedi" ve devamı niteliğindeki dergilerde çizen bazı çizerlerin, dergilerin hiçbi sayısnda karikatürcülerin künyeleri hakkında bilgiye rastlanmadığı için, tam adları verilmemiş (s. 138). Bilebildiğim kadarıyla bu isimler şunlar: Yalçın Çetin (Tüzecan da olabilir), (Osman) Filiz, Atilla (Bayraktar), Niyazi (büyük ihtimalle Yoltaş), Taner (Bu çizeri hakkında benim de bilgim yok).

* Menderes için; ilk defa bir başbakanın kadın kılığında çizildiği yazılmış (s. 208). Daha önce, "Akbaba"da İnönü'nün kadın kılığında karikatürleri çizilmişti ancak İnönü bu karikatürlerde müşvik bir anne olarak tasvir edilmişti.

Son söz: Siyasi muhalefet ve karikatür konusu analitik bir kavramsal çerçeve içerisinde ele alınmaya çok müsait. Bu konuda yabancı literatürde yapılmış pek çok çalışma var. Umarım Kayış elindeki değerli birikimi ileride bu tür bir kavramsal çerçeve bağlamında okurlara farklı bir biçimde de sunar.

Yasin Kayış, Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür (1950-1960), Libra Kitapçılık ve Yayıncılık, İstanbul, Temmuz 2009.

17.8.09

Bir Başka Kitap Kapağı...

Hoşuma giden bir başka kitap kapağı...

16.8.09

"The New Cambridge Shakespeare" Serisi Kitap Kapakları

Kimin yaptığını bilmiyorum ama "The New Cambridge Shakespeare" serisi için kullanılan bir örnek kitap kapağı çok hoşuma gitti. Sizlerle paylaşıyorum.

Sonsuz Tuval


"Sonsuz Tuval" (Infinite Canvas) Scott McCloud'un bir fikri. Scott McCloud çizgi romana farklı yaklaşımını ortaya koyduğu üçlemesiyle tanınıyor (Understanding Comics, Reinventing Comics ve Making Comics). Sonsuz Tuval, McCloud'un Reinventing Comics'te geliştirdiği ve kendisinin de web sayfasında örneklerini verdiği bir kavram. McCloud Sonsuz tuval ile çizgi romanın klasik oluşturulma ve okuma kurallarını değiştirmeye çalışıyor. Daha doğrusu, günümüzde web teknolojilerinin sunduğu olanaklarla çizgi roman tekniklerini yeniden yorumluyor. Sonsuz Tuval'de, klasik çizgi romanın aksine, birbirini çizgisel (linear) biçimde takip eden paneller ve sayfalar yok. Web ortamı sonsuz bir tuval ve "paneller", "balonlar", "anlatım kareleri" bu tuvale dağılıyor. Bunlar birbirine farklı biçimde bağlanıyor ve bu çizgi roman için yeni anlatım olanakları sunuyor. Üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir "icat".

Günümüzde Microsoft ta bu konuya ilgi duyuyor.

10.8.09

Duruşma Çizimleri

Eskiden beri yabancı dergi ve gazetelerde görürüz; görüntü alınmasına izin verilmeyen davaların duruşmalarını bu konuda uzmanlaşmış çizerler izler ve okuyucuya duruşmanın atmosferini aktarır. "Mahkeme çizerliği" Batı'da profesyonel çizerliğin önemli bir alanı. Bu uygulama Türkiye'de de yaygınlaşmaya başladı. Geçen günlerde Zaman gazetesinde karşıma çıkan bir örneği aktarıyorum (Zaman, 4 Ağustos 2009).

Birebir örtüşmese de, Türk karikatür tarihinden benzer örnekler hatırlıyorum. Karikatürcüler, dönemin dergi ve gazetelerinde "Yassıada Duruşmaları"nı izlemişlerdi. Örneğin, Akbaba duruşmalar başlamadan iki gün önce yayımlanan sayısında seçme yazar ve çizer kadrosuyla duruşmaları izleyeceğini duyurmuştu. Ancak Yassıada çizimleri kamuoyunu bilgilendirmekten çok, "sabıkları" eleştirmeyi, alay etmeyi, hatta aşağılamayı amaçlıyordu. Aşağıda Turhan Selçuk'un 1960 yılında Akbaba'da yayımlanan panoramalarından biri.

2.8.09

Siné Hebdo

Daha önce çok sevdiğim Fransız karikatürcü Siné'den söz etmiştim. Siné ile ilgili, biraz gecimiş te olsa iki haber; ikisini de Şalom gazetesinden aktarıyorum. Konuyla ilgili İngilizce bir makale için buraya bakabilirsiniz. Sözün özü; sivril dilli, anarşist çizer Siné, sonunda yıllardır çalıştığı Charlie Hebdo dergisi editörünün sabrını taşırmış ve kovulmuş. Bu, karikatür dünyası için belki de hayırlı olmuş, çünkü Siné kendi dergisini yayımlamaya başlamış. Siné Hebdo'nun web günlüğüne bu adresten ulaşılabilir.
Fransız Karikatüriste Eleştiri Yağmuru

Fransız çizer Siné, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin oğlu Jean Sarkozy’e karşı antisemit çizimleri nedeniyle siyasi mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Editörü tarafından şiddetle eleştirildi. Fransa Kültür ve İletişim Bakanı Christine Albanel, editöre destek verdi"

79 yaşındaki karikatürist Siné, haftalık Charlie Hebdo adlı dergide yayınladığı bir çiziminde, Jessica Sebaoun-Darty ile nişanlanacak olan 21 yaşındaki Jean Sarkozy’nin düğünden önce Yahudiliğe geçeceğini iddia etti. Jessica Sebaoun-Darty, Fransa’nın en büyük elektronik şirketi Darty Group’un sahibi bir ailenin kızı. Karikatürist aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin oğlunun hayatta ilerleyecek bir fırsatçı olduğunu ileri sürdü.

Karikatür baloncuklarına da yer verdiği Charlie Hebdo dergisindeki sütununda Siné, “Babasının değerli oğlu Jean Sarkozy, yaptığı motosiklet kazasından sonra durmadığı için duruşmasında neredeyse alkış aldı. Davacının bir Arap olduğunu unutmayın. Hepsi bu kadar değil… Jean, Yahudi nişanlısı ile evlenmeden Yahudiliğe geçip Darty mirasına konmak istediğini de açıkladı. Bu çocuk hayatta çok ilerleyecek” diye yazdı.

Jean Sarkozy, motosikletiyle bir arabaya çarptıktan sonra adını vermeden olay yerinden kaçmak suçu ile geçtiğimiz ay duruşmaya çıkmıştı.

Sarkozy ve Darty aileleri Siné’nin çizimlerini antisemitizmle suçladılar. Charlie Hebdo dergisi editörü Philippe Val, çizerin sözlerini geri almasını istedi. Daha sonra Val, Yahudiliğe dönmekle sosyal yaşamda başarılı olmak arasında bir bağ kurmakla Siné’nin antisemit göndermelere yol açtığını iddia etti.

Antisemitizm ve ırkçılığa karşı mücadele eden bir kuruluş olan LICRA ile Fransa Yahudi Kuruluşları’nı bünyesinde toplayan CRİF, Philippe Val’e destek verdiler. Fransa Kültür ve İletişim Bakanı Christine Albanel, Siné’nin çizim ve yazılı eleştirilerinin, günümüzde tamamen yok olmaları gereken bir zamanların klişe ve karikatürlerini andırdığını söyledi. Derginin yazı kurulu ikiye bölündü; kimi Philippe Val’e destek çıkarken, kimi de editörü Sarkozy klanına arka çıkmakla suçladı.

Jean Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanının Korsika asıllı ilk eşi Marie-Dominique Culioli’den olan oğlu. Jean’ın ağbisi Pierre 23 yaşında.

(Şalom, 6 Ağustos 2008)

Fransız karikatürist antisemitizm suçlamasından aklandı

Ünlü Fransız karikatürist Maurice Sinet, kendisine yöneltilen antisemitizmi yayma suçlamasından aklandı. Davaya bakan Lyon mahkemesi kısaca Siné olarak tanınan karikatüriste karşı açılan “ırkçı nefrete teşvik” davasında beraatına karar verdi. Siné, kaleme aldığı bir makalede Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin oğlu Jean Sarkozy için “Bir Yahudi ile evlenmek ve dinini değiştirmek kadar ileriye gitmez” demişti. Mahkeme, bu ifadeyi ‘dini tercihlerini ifade etme özgürlüğü’ içinde değerlendirdi ve Sine’ye karşı bir suçlama yapmadı. Sarkozy’nin oğlu Jean Sarkozy ise bir Yahudi olan Jessica Sebaoun-Darty ile evlendi ancak dinini değiştirmedi.

(Şalom, 11 Mart 2009)

Siné Hebdo'nun 10 Eylül 2008 tarihli birinci sayısı

Edip Cansever, Tomi Ungerer ve Kurbağalar

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
...
Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaşlı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Edip Cansever'in "Çağrılmayan Yakup" şiirinden bu dizeleri okurken Tomi Ungerer'in arsız kurbağalarına bakıyorum.

İrfan Sayar Söyleşisi

Türk mizah tarihine ışık tutacak bir söyleşi (Express, Sayı: 2007/12, ss. 42-43):
GIRGIR'DAN HBR MAYMUNA KISA ZİHNİ SİNİR TARİHİ

Felsefenin yerini psikoloji alınca

Oğuz Aral'la ilgili ilk izlenimleriniz nasıldı?

Ben 20'lerin başındaydım, Oğuz abi 40'a yakındı. Çok etkilenmiştim. Sarhoş gibi oluyor insan. Gırgır'm çalışma ortamı iş yeri gibi değildi, ev gibiydi. Oğuz Aral'la aramızda hemen bir abi-kardeş ilişkisi başladı.

Çalışma düzeni nasıldı?

Gırgır'ın olduğu alanda, Oğuz abinin ve bir de çizerlerin olduğu oda vardı. Engin Ergönültaş "Zalim Şevki"yi çiziyordu. Nuri Kurtcebe, Mehmet Polat ve diğer espri bulucular da oradaydı. Oğuz abi karakalem çiziyordu, çinilemesini İlban abi (Ertem) yapıyordu. Engin'le çok samimi olduk. Hasan Kaçan belli günler gelen karikatürcüler arasındaydı. Sonra, Latif (Demirci), Sarkis (Paçacı) ve Behiç (Pek) geldi. O sıralarda biz seçiyorduk karikatürcüleri ve Yavuz Taran'ı keşfettik. Ekip tamamlanınca, Üsküdar'da benim evde takılmaya başladık.  Gırgır'dan ayrılıp çıkardığımız Mikrop'un ilk sayısını da o evde hazırladık.

Oğuz Aral Mikrop "darbe"sini nasıl karşıladı?

Şok oldu önce, ama hiç ters davranmadı.

Mikrop, Gırgır'dan daha politik, daha sol bir dergiydi...

Gırgır daha çok MAD gibiydi. Biz daha soldaydık, hatta TKP sempatizanıydık. Örgütsel bir ilişkiye girmedik, işin daha çok felsefî tarafına yöneldik. Birlikte olduğumuzda bu konular üzerine çok konuşmazdık. Genellikle sabaha kadar poker oynardık.

Mikrop neden kısa sürdü?

Az kişiydik, haftada üç gece sabahlıyorduk, çok yoruluyorduk. Satış da azdı, bugünkü dergiler kadar satıyorduk. O zamanlar, bir mizah dergisinin 90 bin satması rezaletti. Şimdi bakıyorum, 30 bin bile iyi rakammış. Mikrop kapanınca, çalışmak için sadece Gırgır kaldı, ama gidemiyoruz. Hasan Cağaloğlu'nda, Gırgır civarında dolaşıyor devamlı. Kendini gösteriyor. Bu yöntem işe yaradı. Oğuz abi bizi çağırdı ve Gırgır'da tekrar başladık. Son derece dostane, sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandı Oğuz abi. Nerede, neyi yanlış yaptığımızı, eleştirilerini söyledi. Sonra, 12 Eylül oldu, askerlik geldi. Önce Engin gitti, sonra da ben. Askerlik sonrasında, Engin ve Sarkis Fransa'ya gitti. Ben Manisa'ya döndüm, evlendim. Oğuz abiye telefon edip tekrar çizmek istediğimi söyledim. Dışarıdan çizmeye başladım Zihni Sinir'i. O arada kızım oldu ve İstanbul'a dönmeye karar verdim. Gırgır'a yeniden başladığımda her şey değişmişti. İşler büyümüş, aile yapısının yerini kurumsal bir yapı almıştı. Bu kurumsallaşmadan kaynaklanan hoşnutsuzluklar vardı. Bu arada, Latif, yeni bir dergi çıkarmak istiyorsak, Ercan Arıklı'nm bu işe girmeye hazır olduğunu söyledi. Ve Hıbır macerası başladı.

Oğuz Aral'ın haberi var mıydı?

Yoktu. Bu arada, Haldun Simavi Gırgır'ın isim hakkını Ertuğrul Akbay'a verdi. Oğuz abi de durumdan çok hoşnutsuzdu, "başka bir isim altında bizim evde dergi çıkartacağız" demişti. Yani Hıbır'ı çıkartmamış olsaydık, Oğuz abinin sonradan çıkardığı Avni'de çalışacaktık. Hıbır'ı çıkararak Gırgır'ı biz yok ettik gibi bir intiba oluştu. Halbuki sebep, Simavi'nin Gırgır'ın isim hakkını Ertuğrul Akbay'a vermesiydi.

Hıbır, Mikrop gibi olamadı...

O dönemde politik ortam yoktu. Felsefenin yerini psikoloji almıştı. Ve herkes kendi köşesini çiziyordu.

Hıbır nasıl bitti?

İşler karıştı ve derginin Ahmet Özal'a satılmasına kadar vürüdü mesele. Ben işlerin o raddeye gelmemesi için dörtlü bir yönetim modeli önermiştim. Öncelikle, aramızdaki yönetim dörtlüsünün kırılmaması için uğraştım. Yönetim aramızdan bir kişiyle iletişime geçip diğerlerini safdışı bırakmak istiyordu. O dönemde, Hasan'la çok kötü kavga ettim, çünkü dörtlüyü kırdı. Sarkis'e, Almanya'dan dönerse yönetimde olacağına söz vermiştik. Sarkis geldi, ama Hasan onu istemiyordu. Sarkis Ermeniliğini öne çıkarmıştı, Hasan'da da Türk milliyetçiliği başlamıştı. Yani böylesine saçma, yapımıza uymayacak bir gelişme vardı ortada. Sonra, ben istifa ettim Hıbır'dan ve HBR Maymun'u çıkarmaya başladık. HBR Maymun 3-4 sene çıktı ve kapandı. Benim son dergi maceram da HBR Maymun oldu.


Tan Oral: "Üslup Çizeri Yok Eder!"

Aydın Engin'in Tan Oral ile yaptığı "nehir söyleşi"den Tan Oral'ın "üslup" konusunda söyledikleri... (Kitabın Adı Budur, 'Tan Oral Kitabı' Söyleşi: Aydın Engin, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006, ss. 266-268) Birebir aynı düşünüyorum. Aşağıda, Tan Oral'ın da büyük ölçüde etkilendiği büyük usta Saul Steinberg'ün 1953 tarihli "Bir Partide Teknikler" ("Techniques at a Party") başlıklı deseni bu bakış açısını ne güzel özetliyor...
AE— […] Bence Tan Oral'ın kendine özgü bir çizgisi var. Herhalde Akademi'de veya lise sonda karikatür çizmeye başladığındaki çizgisiyle bugünkü çizgisi aynı değildir, diye düşündüğüm için alçakgönüllülükten söz ettim... Yok şunu diyeceksen, "Ben ilk çizmeye başladığımdan itibaren hep bu çizgiyi tutturdum" diyeceksen...
TO— Evet bunu söyleyeceğim. Senin haklı yanını da vurgulayacağım ama tersinden vurgulayacağım sanırım. Şöyle: Birçok çizer arkadaşım ilk çizdiklerinden, ilk çizgilerinden hep utanmışlardır. Onların yayımlanmasını istemezler. Zaten birçok çizdiklerini baştan çizmişlerdir.
AE— Haklı da olabilirler üstelik.
TO— Haklı olabilirler. Çünkü bu işte iki türlü çizer oluyor. Bir tanesi başladığından itibaren sürekli bir gelişme göstererek ilerleyen. Bir de başladığında neyse sonunda da üç aşağı beş yukarı o olan, o kalan. Yani bir gelişmeden söz etmek mümkün olmayabiliyor. Ben ikinci kesimden biri olarak görüyorum kendimi. İlk çizdiklerimi her zaman yayımladım. Hiç çekinmedim, çünkü bugün ne iddia ediyorsam onlarda var. Üstelik tersi de var. Şöyle: Senin sözünü ettiğin o çizgi kişiliği benim marifetim değil. Çalıştığım gazetelerin ilkel tekniklerinin marifeti. Yani benim çizdiklerimi kestiler, kırptılar, yanlış bastılar, rengini koyulttular. Yani başına her türlü şey geldi ve sonunda bir kimlik çıktı ortaya ve okuyucu bunu çok sevdi. Yarı şaka, yarı doğru bu söylediğim. Doğru tarafı şu, basın, insanın elinde olmadan çizgisini bir tarafa doğru değiştiriyor. Ben bu korkunç etkiden kurtulmak için, çünkü bu herkesin başına gelen bir şey, hiçbir zaman bir çizgide durmaya gayret etmedim. Yani rasgele, mesela herhangi bir ayın otuz karikatürünü seçip, önüne serdiğin zaman orada otuz tane ayrı çizgi karakteri ile karşılaşabilirsin.
AE— Erbabının anlayacağı mı?
TO— Herkesin...
AE— Sıradan izleyicinin... Mesela benim?..
TO— Herkesin anlayabileceği, çok rahat bir şekilde görebileceği... Ha buna rağmen, tıpkı parmak izi gibi, hepsi benim elimden çıktığı için, sen tabii ki tanıyabilirsin. Bunlar senin işlerin Tan, dersin. Ama bir mesleki değerlendirmeyle bakıldığı zaman hiçbiri birbirini tutmaz.
AE— Ve sence bu, bir üslupsuzluk demek değildir.
TO— Üslupsuzluk demektir. Çünkü üslubu da sevmem, üslubu yanlış bulurum. Hatta kötü bulurum. Yani üslup, yok olmanın bir başka tanımıdır, bir başka tesellisidir.
AE— İşte bu çok iddialı bir cümle oldu. Bunu biraz açalım.
TO— Üslup herkesin çok merakla peşinden koştuğu, oysa bir insanın kaçmak zorunda olduğu bir kavramdır.
AE— Niye kaçmak zorunda olduğu?
TO— Yani ne yapması gerektiğini biliyorsa insan, o yaptığı şey artık yaratıcılık değildir ki...
AE— Üslup meselesinde ısrar edeceğim. Bir başka karikatüristi eleştirmek amacıyla sormuyorum. Örneğin Eflatun Nuri... Sen onu nasıl bir karikatürist olarak buluyorsun bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ahbaplığın da vardı.
TO— Tabii, çok severim. Çok etkilendiğim birisi...
AE— Tamam. Ama Eflatun Nuri bir üslubu olan karikatüristtir.
TO— Hayır. Eflatun Nuri'nin birkaç üslubu vardır. Her an farklı çizebilir. Çizmiştir de... O kadar ki, bir derginin artık son yıllarında, kapanmak üzereyken bütün yükü Eflatun Nuri'nin üzerinde kalmıştı. Adeta koca dergiyi tek başına çıkarıyordu. Ve o derginin içinde en az on tane resimli roman, bir sürü karikatür vardı. Baktığın zaman büyük bir kalabalık ekip çalışıyordu. Halbuki hepsini Eflatun Nuri çiziyordu.

Karikatürde (Sanatta) Üslup Sorunu

Turgut Çeviker'in Kemal Gökhan Gürses ile Yaptığı Söyleşi'den:

ÇEVİKER: Senin çizgin etkiler açısından ipucu vermiyor. Batı'dan kimleri seviyorsun? Bizde hiç alışılmadık bir çizgin var. Engin Ergönültaş ta öyleydi. Çizgi ve biçemini oluşturmada süt emdiğin net isimler var mı?

GÖKHAN: Br tek çizgim olduğu doğruysa ki, sanıyorum öyle, bu beni korkutuyor. Stilize olmanın yoludur bu. Çizgi stilize olduğunda doyar. Yetkinleşmesi bir yana kapalılaşır. Desen çizerin karakteridir. Ancak çizer gerekirse bu karakteri bile zorlamalı, yeni boyutlarda, kimi kere sıfırdan başlayabilmeli, kanısındayım. (Adam Sanat, Haziran 1988)

Kaynak: Kemal Gökhan Gürses, Aslında Bunların Hepsi Hikaye, Joker Yayınları, İstanbul, 1991, s. 11.

Genel olarak sanatta, özel olarak karikatürde üslup sorunu beni çok ilgilendiriyor. Kemal Gökhan Gürses'in yukarıda aktardığım sözleri büyük ölçüde benim çizgi anlayışımı özetliyor. Çizgilerimi postaladığım blogun girişine şunları yazmıştım:
"Eflatun Nuri'nin (Oğuz Aral'ın, Şadi Dinççağ'ın ve bir sürü başka çizerin) iki çizgisi vardı; bir tanesi grafik-mizah türü karikatür çizmek için, diğeri popüler karikatür çizmek için... İkisi birbirine karışmaz, ikisi ayrı mecralarda akar giderdi... Bu bana hep doğru gelmiştir. Üslubu çizer değil, konu yaratır. Bir başka ifadeyle, her konu kendi gerekliliklerini çizere dayatır... Ne zaman ki çizer üslup kaygısına düşer, eserini kendi kişiliğiyle çerçevelemeye çalışır; o zaman konu silikleşir, görünmez olur... Bu sadece benim tercihim değil! Ben Uzak Doğulu minyatür sanatçıları gibi düşünüyorum: Sanat eserini yaratan olabildiğince yarattığı eserin önüne geçmemeye özen göstermeli. İmzayı kaldırdığınızda eserin kime ait olduğunu dahi bilememelisiniz... Aynı bedende birden fazla sanatçı yaşamalı, her konu kendi çizerini yaratmalı... Kuşkusuz bu çok zahmetli bir tercih ama fikrimce yaratıcılığı, üslup adına, klişelere, kalıplara, şablonlara hapsetmek sanata büyük haksızlık... Sanatçı gider, eseri kalır! Bu yüzden çizdiklerime genellikle imza atmam. Daha da önemlisi, her çizdiğimde yeni bir üslubun kapılarını zorlamaktan çekinmem... "

Boris Vian ve Siné

Boris Vian'ın "Mezarlarınıza Tüküreceğim" romanı şöyle biter:

"Köyün insanları astılar yine de onu, çünkü bir zenciydi. Pantalonunun altından beliren kasıkları hafiften kabarıktı
hala."

Boris Vian, Mezarlarınıza Tüküreceğim, Çev: Muna Cedden, 2. Baskı, Akyüz Yayınları.

Bu satırları okurken, aklıma hep Siné'nin aşağıdaki karikatürü geliyor...


Mizahçı

William Steig'in bir karikatürü... Mizahı ve mizahçıyı mükemmel bir şekilde anlatıyor. Bu karikatür çalışma odamın duvarında asılıydı...

Uslüp Çeşitliliği

Steinberg'ten üslup çeşitiliğini anlatan bir başka çizim. Derik Badman'ın altını çizdiği gibi, bu çizim Steinberg'ün çalışmalarını niteliyor; üslup olarak farklı, ancak yine de tutarlı ve bir bütün...


Saul Steinberg, Illuminations, Der: Joel Smith, Yale University Press, 2006., s.6.

Olivier Tallec

Olivier Tallec Fransız bir çizer. Özellikle çocuk kitaplarına yaptığı illüstrasyonlarla tanınıyor. Sadeliği klasik resim estetiğiyle birleştiren çizgisi çok hoş...

1.8.09

Karikatür Yıllıkları

Bizde "karikatür yıllığı" veya "karikatür almanağı" geleneği eskidir. Örneğin, aklıma hemen Osmanlı İmparatorluğu zamanında yayımlanan Karagöz Salnamesi (Yıllığı) (1910-1914) geliyor; sonra, Kozma Togo'nun düzenli olarak yayımladığı Togo Albümü veya Orhan Ural'ın Karikatür Yıllıkları.

Günümüzde Penguen, benzeri bir işle karşımıza çıktı; Penguen Karikatür Yıllığı, 2008 (Getto Basın Yayın Ltd. Şti., İstanbul, 2008). Penguen Karikatür Yıllığı'nın yukarıda andığım diğer yıllıklardan farkı, gerçekten bir yılın siyasi-mizahi dökümünü yapıyor olması. Orhan Ural'ın, Kozma Togo'nun yıllıkları bol yazılı , ağırlıklı olarak dönemin önemli simalarının karikatürlerinin yer aldığı bir yılın karikatür panoramasını çıkarma amacı taşımayan yayınlar. Asıl, Penguen Karikatür Yıllığı gibi yayınlar, bir yandan karikatür tarihi için malzeme sağlarken, diğer yandan toplumsal hafızanın oluşmasına katkıda bulunuyor.


Togo Albümü, 1946

Orhan Ural, Karikatür Almanağı, 1963

Penguen Karikatür Yıllığı, 2008

Kedier Kelimeler



Kediler ve Kelimeler, Cem Kızıltuğ ve Osman Turhan'ın çizgilerinden ve Yusuf Çağlar'ın şiirlerinden oluşuyor (Zaman Kitap, İstanbul, 2007). Zaman gazetesinde çizen üç çizer, Dağıstan Çetinkaya, Osman Turhan ve Cem Kızıltuğ (son zamanlarda bu üçlüye Emre Özdemir de katıldı), dikkate değer işler yapiıyor. Muhafazakar tavırlarını öne çıkaran (ama çoğu zaman verdikleri politik mesajın altını kalın kalın çizmeyen) bu çizerler çağdaş grafik sanatların ana damarlarından besleniyor. Bu kitaptaki çizimler geleneksel Türk sanatlarından da izler taşıyor. Yeni Şafak'ın Pazar ekinde çizen Kübra Sönmezışık ta bu çizerlerle birlikte anılabilir.

Tomi Ungerer, Symptomatics




Tomi Ungerer çok sevdiğim bir çizer. Daha önce onun bir kaç işini postalamıştım. Şimdi Symptomatics isimli kitabını inceliyorum (Diogenes, Zürich, 1982). Ungerer'in çok sağlam bir klasik desen alt-yapısı olduğu anlaşılıyor, ancak bence onun çizgilerinde asıl dikkat çeken nokta seçtiği konu ne kadar gerektiriyorsa o kadar çizmesi. Yani, Ungerer karikatüre tam bir grafiker mantığıyla yaklaşıyor. Anlatacağı her ne ise onu öne çıkarıyor ve karikatürlerine fazladan bir nokta dahi koymuyor.

Türk karikatürünün "hal-i pür melali"


Gırgır dergisinin bu haftaki sayısında (29 Temmuz-5 Ağustos 2009, Sayı: 30) yayımlanan Erdoğan Oğultekin'in bir karikatürü dolayısıyla, Türk karikatürünün "hal-i pür melali"ni bir kez daha düşündüm. Aslında karikatür tek başına her şeyi anlatıyor, yoruma gerek yok...