2.8.09

Tan Oral: "Üslup Çizeri Yok Eder!"

Aydın Engin'in Tan Oral ile yaptığı "nehir söyleşi"den Tan Oral'ın "üslup" konusunda söyledikleri... (Kitabın Adı Budur, 'Tan Oral Kitabı' Söyleşi: Aydın Engin, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006, ss. 266-268) Birebir aynı düşünüyorum. Aşağıda, Tan Oral'ın da büyük ölçüde etkilendiği büyük usta Saul Steinberg'ün 1953 tarihli "Bir Partide Teknikler" ("Techniques at a Party") başlıklı deseni bu bakış açısını ne güzel özetliyor...
AE— […] Bence Tan Oral'ın kendine özgü bir çizgisi var. Herhalde Akademi'de veya lise sonda karikatür çizmeye başladığındaki çizgisiyle bugünkü çizgisi aynı değildir, diye düşündüğüm için alçakgönüllülükten söz ettim... Yok şunu diyeceksen, "Ben ilk çizmeye başladığımdan itibaren hep bu çizgiyi tutturdum" diyeceksen...
TO— Evet bunu söyleyeceğim. Senin haklı yanını da vurgulayacağım ama tersinden vurgulayacağım sanırım. Şöyle: Birçok çizer arkadaşım ilk çizdiklerinden, ilk çizgilerinden hep utanmışlardır. Onların yayımlanmasını istemezler. Zaten birçok çizdiklerini baştan çizmişlerdir.
AE— Haklı da olabilirler üstelik.
TO— Haklı olabilirler. Çünkü bu işte iki türlü çizer oluyor. Bir tanesi başladığından itibaren sürekli bir gelişme göstererek ilerleyen. Bir de başladığında neyse sonunda da üç aşağı beş yukarı o olan, o kalan. Yani bir gelişmeden söz etmek mümkün olmayabiliyor. Ben ikinci kesimden biri olarak görüyorum kendimi. İlk çizdiklerimi her zaman yayımladım. Hiç çekinmedim, çünkü bugün ne iddia ediyorsam onlarda var. Üstelik tersi de var. Şöyle: Senin sözünü ettiğin o çizgi kişiliği benim marifetim değil. Çalıştığım gazetelerin ilkel tekniklerinin marifeti. Yani benim çizdiklerimi kestiler, kırptılar, yanlış bastılar, rengini koyulttular. Yani başına her türlü şey geldi ve sonunda bir kimlik çıktı ortaya ve okuyucu bunu çok sevdi. Yarı şaka, yarı doğru bu söylediğim. Doğru tarafı şu, basın, insanın elinde olmadan çizgisini bir tarafa doğru değiştiriyor. Ben bu korkunç etkiden kurtulmak için, çünkü bu herkesin başına gelen bir şey, hiçbir zaman bir çizgide durmaya gayret etmedim. Yani rasgele, mesela herhangi bir ayın otuz karikatürünü seçip, önüne serdiğin zaman orada otuz tane ayrı çizgi karakteri ile karşılaşabilirsin.
AE— Erbabının anlayacağı mı?
TO— Herkesin...
AE— Sıradan izleyicinin... Mesela benim?..
TO— Herkesin anlayabileceği, çok rahat bir şekilde görebileceği... Ha buna rağmen, tıpkı parmak izi gibi, hepsi benim elimden çıktığı için, sen tabii ki tanıyabilirsin. Bunlar senin işlerin Tan, dersin. Ama bir mesleki değerlendirmeyle bakıldığı zaman hiçbiri birbirini tutmaz.
AE— Ve sence bu, bir üslupsuzluk demek değildir.
TO— Üslupsuzluk demektir. Çünkü üslubu da sevmem, üslubu yanlış bulurum. Hatta kötü bulurum. Yani üslup, yok olmanın bir başka tanımıdır, bir başka tesellisidir.
AE— İşte bu çok iddialı bir cümle oldu. Bunu biraz açalım.
TO— Üslup herkesin çok merakla peşinden koştuğu, oysa bir insanın kaçmak zorunda olduğu bir kavramdır.
AE— Niye kaçmak zorunda olduğu?
TO— Yani ne yapması gerektiğini biliyorsa insan, o yaptığı şey artık yaratıcılık değildir ki...
AE— Üslup meselesinde ısrar edeceğim. Bir başka karikatüristi eleştirmek amacıyla sormuyorum. Örneğin Eflatun Nuri... Sen onu nasıl bir karikatürist olarak buluyorsun bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ahbaplığın da vardı.
TO— Tabii, çok severim. Çok etkilendiğim birisi...
AE— Tamam. Ama Eflatun Nuri bir üslubu olan karikatüristtir.
TO— Hayır. Eflatun Nuri'nin birkaç üslubu vardır. Her an farklı çizebilir. Çizmiştir de... O kadar ki, bir derginin artık son yıllarında, kapanmak üzereyken bütün yükü Eflatun Nuri'nin üzerinde kalmıştı. Adeta koca dergiyi tek başına çıkarıyordu. Ve o derginin içinde en az on tane resimli roman, bir sürü karikatür vardı. Baktığın zaman büyük bir kalabalık ekip çalışıyordu. Halbuki hepsini Eflatun Nuri çiziyordu.

Hiç yorum yok: